'Telefonla konuşmalarda bilinmesi gereken pek çok husus vardır... Sitem eden yumuşak küskün tonlar, hiddetle haykıran keskin nahoş sesler, kulağı tırmalayan cırlak sesler. Hepsi telefonda daha çok belli olur. 'Beni görmüyor ya' demeyiniz. Muhatabınızın karşısında değil ama sesinizle kafasının içindesiniz...''
Bu ifadeler, Mayıs 1958 tarihli Ark dergisindeki ''Sesiniz telefona uyuyor mu?'' başlıklı yazıda yer alıyor.
Türkiye'de 51 yıl önce kullanım kılavuzlarına ihtiyaç duyulan telefon, bugün cep telefonlarıyla öyle yaşamın merkezine girdi ki cep telefonunu evde unutmak, planların, günü geçirmeye yarayacak önemli unsurların ve hepsinden önemlisi dış dünya ile iletişimin evde unutulması anlamına geliyor...
İcat edildiği yıllarda İngiltere'de Postane Başmühendisi William Preece'in ''Amerikalılar'ın telefona ihtiyaçları var ama bizim yok. Bir yığın haberci çocuk var'' diyerek aşağıladığı telefondan, artık her evde, hatta herkeste bir tane var.
Turkcell'in hazırladığı fotoğraf, öykü, belge ve çizimlerden oluşan ''Ahizeden Cebe, Bir Telefon Öyküsü'' adlı kitap sözü edilen bu süreci ele alıyor. Rasim Özdenören, Hilmi Yavuz, Kamil Yeşil, Naci Bostancı, Mehmet Aycı, Kemal Sayar, Enis Batur gibi usta kalemlerin yazılarının bulunduğu eser, altı bölümden oluşuyor.
Telefonun icadından, Türkiye'de seyir defterine, ilk telefon öykülerinden telefon bibliyografyasına geniş çaplı olma özelliği taşıyan eserde, telefon rehberlerinden telefon masallarına, telesekreter servislerinden, telefonun kilit rol oynadığı edebi metin, sinema ve türkülere, Osmanlı döneminde telefonun tanıtıldığı kartpostallara ve henüz telefon numaralarının yer almadığı dönemlerdeki kartvizitlere pek çok fotoğraf bulunuyor.
''ALÇAK VE GÖĞÜSTEN GELEN BİR SESLE KONUŞULMALI''
Kitapta yer verilen Ark dergisinde 51 yıl önce yayımlanmış ''Sesiniz telefona uyuyor mu?'' başlıklı yazıda, telefon görüşmelerinde adabımuaşerete ilişkin şu önerilerde bulunuluyor:
''Telefonla konuşmalarda bilinmesi gereken pek çok husus vardır. Hele hanımlar, telin öbür ucunda bulunan kimse üzerinde iyi bir tesir yapmak istiyorlarsa çok dikkatli olmaları lazımdır. Bilhassa kelimeler teker teker telaffuz edilmeli, alçak ve göğüsten gelen bir sesle konuşulmalıdır. Zira bir kadının sesi, daima güzelliğinin bölünmez parçasıdır. Yalnız güzellik mi, o zaman o seste kadının bütün varlığı, bütün ruhu duyulabilir. Sitem eden yumuşak küskün tonlar, hiddetle haykıran keskin nahoş sesler, kulağı tırmalayan cırlak sesler... Hepsi telefonda daha çok belli olur.
'Beni görmüyor ya' demeyiniz. Muhatabınızın karşısında değil ama sesinizle kafasının içindesiniz.''
''(1966'DA) TELEFON SAYISI 400 BİNE YAKLAŞTI''
Gökhan Akçura, makalesinde, telefon için 1909 yılında Davul dergisinde telefona ilişkin mizahi bir yazının yer aldığını anlatıyor. Davul'da yer alan metinde, ''Telefonun çapkın bir alet olduğu söylenir. Öyle ya bir genç kızı uyandırarak, henüz sabah tuvaletini bile yapmasına imkan vermeden saçlarını aralayıp kulağına kadar sokulmak başka nasıl izah edilebilir'' tanımına yer verilerek o dönem bu cihaza atfedilen önem ortaya konuluyor.
PTT Bülteni Dergisi'nin Temmuz 1966 sayısında ''Telefonu nasıl kullanmalı?'' başlığı altında öneriler sıralanıyor. O dönem Türkiye'deki telefon sayısının 400 bine yaklaştığı bildirilen yazıda, abonelere ''Kulaklığı kulağınızı kapatacak şekilde tutunuz, ağızlığın içine konuşunuz'' tavsiyesinde bulunuluyor.
Kitapta yazısı yer alan Naci Bostancı, Türkiye'de hemen herkesin cep telefonu bulunduğunu, cep telefonlaşma oranının okur yazar oranından daha çok olduğunu kaydediyor.
Turgut Özakman ''İlk gün'' başlıklı yazısında telefonla tanıştığı günkü sevincini büyük bir coşkuyla dile getirirken, Levent Cantek telefonun nasıl özel gruplara ait olmaktan çıkıp her kesime hitap eden bir ihtiyaç haline geldiğini gözler önüne seriyor.
''AYŞE TATİLE ÇIKSIN''
Telefonun, Türkiye tarihinin kilit noktalardan birinde oynadığı baş rol, merhum Başbakan Bülent Ecevit'in Kıbrıs Barış Harekatı'nın başlangıcını yaptığı parolalı görüşmesinin öyküsüyle kitaptaki yerini alıyor. Kitapta, bu öykü şöyle anlatılıyor:
''11 Ağustos sabahı dönemin Başbakanı Ecevit, Cenevre'deki heyette görevli Prof. Dr. Haluk Ulman'a 'Turan Güneş Bey'e söyleyin, Ayşe tatile çıkmak istedi. Hazırlıklar tamam, eğer işi uzayacaksa gitmesini söyleyeceğim' demişti.
Ayşe, Dışişleri Bakanı Turan Güneş'in kızıydı ve Ecevit ile Güneş arasındaki parolaya göre, 'Ayşe'nin tatile çıkması' ikinci harekatın başlaması demekti. Aslında Güneş, görüşmelerden sonuç alınamadığını anladığında, Ecevit telefonda ''Ayşe tatile gitsin' diye harekata başlanmasını önerecekti.''
''CEP TELEFONU=ÇOCUĞU GÖZETİM CİHAZI''
Sabit telefondan sonra hızlı bir şekilde sosyal hayatın içine girip yaygınlaşan cep telefonunu inceleyen Şenol Korkut, tespitlerini şöyle sıralıyor:
''Gençlerin büyük çoğunluğunun genel olarak bu aleti, duygu ve düşüncelerini moda değeri taşıyan bir cam aracılığıyla diğerlerine açıklamanın en kestirme yolu olarak kullanmaktadırlar. O, cüzi bir bütçe ile üst sınıflarla araya konulan mesafenin bir anda aşılması anlamını taşımaktadır. Gençler telefonlarını zamanın ayarlamasında bir araç olarak kullanmaktadır.
Cep telefonunun en çok kullanıldığı sosyal birimlerden birisi de ailedir. Anne babalar bu aleti çocuklarını gözetim altında tutma ve onların devamlı güvende olup olmadığını kontrol etme amacıyla kullanmaktadırlar. Öte yandan cep telefonu çeşitli sosyal grup, şirket, sendika, dernek ve vakıfların da grup faaliyetleri ve iletişimlerinin önemli bir aracı olmuştur.''
Kitapta yazısına yer verilen Haşmet Babaoğlu, ''(Hasretinden mesajlar tükettim, baş parmağıma giren kramplardan sen sorumlusun) çağındayız'' ifadesiyle çalmayan telefonların insanlarda oluşturduğu itilmişlik, yalnızlık duygusuna değiniyor.
Ferhat Maden ise ön ödemeli hat kullanımının sosyal hayatın içine ne kadar girdiğini Ata Demirer'in kara mizah tarzındaki ''kontör at'' şarkısıyla irdeliyor. Demirer'in şarkısının bir bölümü şöyle:
''...İstemem ben puan muan, Java oyunları yalan ne anladım burdan, burdan Bluetooth'ta aşklar yalan... Kontör at Kontör at Kontör at...''
ntv